30 Ekim 2010 Cumartesi

Her Türlü Sıkışmak Üzerine Bir Yazı

Bu hafta acayip yoğun bir haftaydı. Her gün ayrı bir sendromdu. Bugün bile... Dosya okumaktan beynim sulandı. Açık havaya çıkıp insan içine karıştığımda ise herkese potansiyel suçlu gözüyle bakmaya başlamam da cabası... 
Misal dün, bir ara çok çişim geldiğini hatırlıyorum, tam gideyim dediğim esnada beynim başka şeylere adapte olduğu için o sorunu unuttu. Yeniden hatırladığımda ise duruşma başlamak üzereydi. Çıktıktan sonra koşa koşa wc. yerine bankaya gittim. Sabaha kadar açık wc. bulabilirdim ama banka? Çok sınırlı vaktimde ve o gün içinde bizzat benim halletmem gereken çok önemli bir işim vardı.

Arabada artık dayanamayacağımı anlayınca bir kafenin önüne çekip wc.lerini kullanıp kullanamayacağımı sordum. Sorumun cevabını beklemeden, telaşlı ve muzdarip halimden regl olduğumu düşüneceklerine aldırmadan kendimi ok yönüne çevirdim ki arkamdan bir ses, "hanımefendi tuvaletimiz arızalı, yani şeyyy..." falan diye gevelerken ben, "çok sıkıştım, sadece çişimi yapıp çıkacağım tamam mı?" dedim. (Küçük, küçük... Ben zaten diğerini 6 ayda bir yaparım merak etmeyin, o yüzden çok değerlidir. Kendi tuvaletimi tercih ederim.) Beterin beteri varmış diye düşünerek rahatlamış olarak çıktım kafeden... Facebook'ta bir sayfa vardı: "Çölde su arasam ütü bulurum, Voltran'ı oluştursak götü olurum!" diye... O hesap. O kadar kafenin içinden, burasının wc.si daha temizdir diye seçtiğim kafe... Neyse ki her zaman yanımda baskın karakterim var.

Neden "devlet" ile başlayan her yer bu kadar kötü? diye düşündüm bankada sıramı beklerken... Devlet bankaları, Devlet Hastaneleri, Devlet okulları, vs...
Hiç unutmam, seneler önce bir gün Ziraat Bankası'nda çalışan bir arkadaşıma uğramıştım. Bankadan içeri girer girmez mahşeri bir kalabalık ve o kalabalığın içinde de gişe görevlileriyle karşılaşmıştım. Ellerinde birer bardak çay sanki bir kokteyldeymişçesine ayakta birileriyle sohbet ediyorlardı. O kadar müşteri kalabalığına karşın çalışan sadece bir gişe vardı. Diğerleri sohbette... "Ne kadar çalışırsak çalışalım aynı maaşı alıyoruz" zihniyeti, yaptığı işe dolayısıyla müşterisine saygısızlık, yaptığı işe sahip çıkmamak dolayısıyla müşterisine sahip çıkmamak...
Devlet okullarında müdüre parayı basmazsan okulun arka sokağında dahi otursan çocuğunu okula almaz veya işi yokuşa sürer. Parayı veren aidat yerine bağış adı altında bir makbuz alır çünkü aidat yasaktır; çocuk Fizan'da da otursa gelir, o okulda eğitim-öğretim hakkı kazanır. Bunu da evli-çocuklu-mutsuz arkadaşlarımdan biliyorum. Garip, kafalarına estikçe değişen, o yaşta bir çocuğun altından kalkamayacağını dolayısıyla anne-babasına yaptıracağını bal gibi bildikleri proje ödevleriyle dolu, çocuğun kilosundan daha ağır bir çantayı yüklenerek her sabah oflaya puflaya güne 1-0 yenik başladığı, ezberci bir eğitim sistemi...
Hastaneler ona keza... Bir sürü eksikliklerle girilen, başlatılan yeni sistemler burası için de geçerli... Tam bir keşmekeş. Size sabah dokuzda randevu verildiği halde ya dr.ların keyif çayı veya kahvesi ya vizite ya ameliyat ya da toplantı sonrası teşrif etmeleri yüzünden en iyimser tahminle bir saat daha geç muayene edildiğiniz ki hepsine eyvallah ama o zaman o saat(ler)e randevu vermeyin, kılığınız-kıyafetiniz, eğitim durumunuz iyiyse "siz" diye hitap edildiğiniz, aksi takdirde "sen" diye bağıra bağıra, yüzünüze bakmadan konuştukları hastaneler...
Adalet sistemi, özellikle benim alanımda meydana gelen gülünçlükleri, boşuna duruşma günlerini hiç yazmayacağım. Sinirleniyorum.

Blog açtım ama öyle çok sık yazı yazabilen bir insan değilim. Boş vakitlerimde ya dosya okuyorum, ya görüşmelere gidiyorum ya da uyuyorum. Bazı boş hafta sonlarımda film izlemeye çalışıyorum. Kafam her zaman çok dolu, yoğun olduğum için de çoğu şeyi unutuyorum. Bu yüzden aklımdayken yazmak isterim:
Bir de suistimal edilme olayı var. Bana göre yalan kadar kötü bir davranış. Birisine bir kere yardım etmeye gör ya da yardım ettiğin duyulmasın; aka boka telefon açıp, yolunu kesip ayaküstü en basit şeyleri bile bedavadan nasıl öğreniriz diye çabalayan, bir terim sormak için odanızın kapısının önünde saatlerce sizi bekleyen insanlar var. Oysa en değerli şeylerini, vakitlerini harcıyorlar haberleri yok. Kendimi google gibi hissettiğim anlar oluyor. Millet kayıp babasını buluyor internette, sen bir kelimeyi bulamıyorsun be kardeşim!

Daha yazacaktım ama pilim bitti...
Bknz: Üstteki resim. Hatun ben kadar güzel değil ama zayıflamış pillerimle ancak bunu bulabildim, idare edin. :p

3 yorum:

  1. Yoğun hayat çok kötü yaa, böyle orta yoğunlukta falan ilerlemesi en güzeli... Benimki de -öğrenci olmam dolayısıyla- kalp grafisi gibi; bi deli gibi yoğun, bi neredeyse bomboş.. Bu da kötü tabi, dengesiz oluyor insan...
    Biran önce normal yoğunluktaki hayata kavuşman dileğiyle.. :)

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim Melly ama bu iş temposunda zor. Şikayet ediyorum ama aslında beni canlı tutan da bu belki; yoğunluk. Öğrencilik de zor. Bir an önce bitmesi dileğiyle diyeceğim ama öğrencilik günlerini aramıyor değilim. :)

    YanıtlaSil
  3. Her halükarda hep başka bir hayatı arıycaz ne de olsa... :-/

    YanıtlaSil